Tarih bazı zamanlar bazı insanları ısrarla yazmayı istememiştir.. Sebebi nedir diye bir soru ile karşılaşıldığında cevap vermesi öylesine güçtür ki, yapabildiğiniz tek şey sessizce düşünüp, öylece bir noktaya bakakalmanız olur..

Elbette makul ölçülerde bir izahat olacaktır. Fakat bilinmelidir ki, zorunluluk üzerine yapılmış izahatlar, hadiselerin perde arkasında kalmış gerçekleri gün yüzüne çıkarmada yetersiz kaldığı gibi, zaman zaman acımasız da olmuştur. Zira o malum izahatlar sonraki nesillere nakledilecek meş'um bilgileri aktarmakla vazifeli tarihin madalyonda görebildiği sadece bir yüzüdür.

Peki ya diğer yüzü?

Sanırım bu soruya verilecek cevap ise tarihin garip cilvesi olsa gerek..

Cem Sultan'ı düşünüyorum.. Sultan II. Beyazıt'ın kardeşi, Fatih Sultan Mehmet'in küçük oğlu, Sultan II. Murat'ın torunu, anasının kuzusu Cem Sultan.. Uzun gecelerin ufkunda şafak sökünceye kadar cihanşümul düşlerinde 'kut' arzulayan, ezanlar minarelerden göğe yükselirken yeşil seccadesinde gözyaşlarına gark olan, ay ışığı altında hüzünlü şiirlerin altına imza atan, naif yüreğinde dayanılmaz hasretler barındıran ve o dayanılmaz hasretin elem kokan diyarlarında sabırla "Mevla Kerimdir" diyerek ömür tüketen Cem Sultan..

Saltanat hakkı mıydı, değil miydi orası ayrı bir konu.. Gönülden arzulamış Osmanlı Sultanı olmayı ve bu uğurda başına gelmedik kaza kalmamış, türlü belaların içinde bulmuş kendisini, henüz akranları yar kucağında oynaşırken..

Ordular toplamış, yeminler etmiş, İstanbul da İstanbul diyerek ağabeyinin üzerine yürümüş, cenk üstüne cenk etmiş.. Gel gör ki bütün teşebbüsler zafere ermemiş, başarısızlık yakasını bir türlü bırakmamış..

Bu bir iktidar hırsı mıydı yoksa iflah olmaz bir hizmet aşkı mıydı?

Bilinmez gibi görünen soruda iki cevabı da bulmanız mümkün. Ancak Cem Sultan'ın iflah olmaz hizmet aşkına inanmak ve güvenmek durumundayız. Zira O, katıksız bir Türk, cevher-i aslisi ise Osmanlı..

Hatalar, yanlışlar yok muydu? Bittabi vardı hem de fazlasıyla!

1482 yılında öz ağabeyi yerine Rodos şövalyelerine güvenmesi ve onlarla ortak hareket etmesi; otuz altı yıllık kısa ömrünün kalan yıllarını geri dönemeyeceği hatalarının ilk nüvesine sebep olmuştur.

Sonrası malum.. Fransızların kirli planları, Papa'nın alçak tuzakları, bitmek tükenmek bilmeyen sürgün serüvenleri, Osmanlı Cihan Devleti'nin heba olan paraları ile sarsılan itibarı ve tüm bu yaşanan olumsuzlukların neticesinde gurbet ellerde gelen acı haber.. Ve ağabeyi Sultan II. Beyazıt İtalya'dan gelen ölüm haberi üzerine büyük üzüntü duyarak çok uzun bir süre matem tutmuş, gözyaşlarını günlerce yüreğine akıtmıştır.

Büyük Devlet olmanın büyük ve ağır kuralları vardır, olmalıdır da esasında. Hele bu Devlet Türkler tarafından kurulmuş üstelik Osmanlı gibi bir Cihan Devleti ise yani Nizam-ı Alem şuuru ile bezenerek, cihanşümul anlayışına inanmış kökü mazide olan koca bir çınarsa, iç karışıklığa yol açacak ve düzenin işleyişini bozacak hadiselere her ne sebep olursa olsun müsaade edilmemiştir. Bir bakıma bu algılama ve uygulama ile asırlarca Devlet ayakta tutulmuş, geleceğe güvenle at koşturulmuş ve Devlete olan sadakatte düşmanlara karşı benzersiz büyük bir kararlılık gösterilmiştir. Cem Sultan vakası ise 'keşke yaşanmasaydı' diyebileceğimiz türden ve en mühimi de üzerinden ders çıkarmamız gereken acı olaylar olarak kayıtlara geçmiştir.

Lider de olsan, hünkar da olsan, bey de olsan, seyis de olsan muhakkak ki ol kişi bir insandır.. Ve hata yapması, yanlışa düşmesi muhakkaktır. Ruhuna Fatihalar okuduğumuz Cem Sultan'ın en bariz hatası kendisini gereksiz hamleler yapması hususunda yanlış yönlendiren etrafında çember oluşturmuş simsarlara itibar etmesiydi..

Oysa Cem Sultan, adını "Cem Şairleri" olarak ilan eden dönemin ünlü şairlerinin kendisinden ilham aldığı kuvvetli bir şairdi. Şiirlerinde insanı esas alan ve duygularını büyük bir edebi ustalıkla ifade edebilen gönül adamıydı.. Osmanlı Cihan Devleti'ne Padişah olma arzusu hırs olduğu kadar daha çok iflah olmaz bir hizmet aşkından kaynaklanıyordu. O hizmet ki temelinde Allah rızasını kazanma arzusu, cihanşümul aşkında erime ve ayırım gözetmeksizin insanın müreffeh yaşamına katkı sağlama ile ölçülebilen bir anlayışı kapsıyordu..

Özetle O'nun gönlünde saltanat yoktu şairlik olduğu kadar! Tıpkı Sultan Vahdettin'in gönlünde de saltanat olmadığı gibi..

Her iki Sultan'ın ve Osmanlı Cihan Devleti'nin bahtsız neferlerinin üzerinden Allah'ın rahmeti eksik olmasın..!