Ücret Artışlarının Ekonomik Maliyeti... Asgari ücretlinin kendisiyle ve toplumla barışık olması, manevi ve kültürel ihtiyaçlarının da asgari düzeyde karşılanmasını gerekmektedir.
Asgari ücret hem tutarı ve hem de ücret sahibinin sosyal bakımdan uygun bir hayat standardı sağlaması bakımından önem taşımaktadır. 20 Haziran 2023 tarihinde asgari ücret net 11 bin 402 TL olarak açıklandı. Böylece mevcut asgari ücrete göre %34 oranında zam yapılmış oldu. Temmuz 2022'deki uygulamada olan asgari ücrete göre ise, asgari ücret artış oranı %107,3 oldu. Türkiye'de asgari ücretle çalışanların oranı yaklaşık yüzde 37 olarak açıklanmıştır.
Asgari Ücretin etkilediği ekonomik göstergeler nelerdir?
Asgari ücret ile kayıt dışı istihdam ve işsizlik oranı arasında yüksek bir korelasyon görülmüş ve asgari ücretin kayıt dışı istihdamı, işsizlik oranından daha fazla etkilediği tespit edilmiştir. Türkiye’de asgari ücretin işsizlik üzerinde olumsuz bir etki yaratmamaktadır. Asgari ücret artışının, enflasyonu artırıcı etkileri daha yüksektir. Enflasyondaki artışların bir nedeni de asgari ücret artışlarıdır.
İmalat sektöründe giderlerin yaklaşık yüzde 30 veya yüzde 35’i işçilik maliyeti olarak dikkate alınırsa, asgari ücretin her bir dönemsel artışı, mamül fiyatlarına yansıyacaktır. Hizmetler sektöründe ise, işçilik giderlerinin payının daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Başta KOBİ’ler olmak üzere, işveren üzerindeki işgücü maliyetini artıran sosyal güvenlik ödemelerinin yükü hafifletilmediği sürece asgari ücret-enflasyon sarmalı devam edecektir. Tavşan-tazı metoforu üzerinden sorun çözülemez hale gelmektedir. Tarım sektöründe, ortalama ürün hasadında çalışan bir çalışanın çiftçiye maliyeti günlük 500 TL ile 1.200 TL arasında değişmektedir. Bu şartlarda ürün toplama maliyetlerini karşılayamayan üretici ağaçlarını köklemekte, ürünü tarlada bırakmaktadır.
Aynı ilişkiyi, memur maaşları içinde söyleyebilir miyiz?
Asgari ücretin kamu kesimi ile direk bir ilişkisinin bulunmadığını, kamu kesiminde çalışanların ücretleri asgari ücretin üstünde olduğunu söylememiz gerekir. Kamu kesiminde ortaya çıkacak ücret artışlarının iki etkisi görülecektir. Birincisi, bütçe açığının artmasıdır. Yükselen bütçe açığı, finansmanın bir kısmı vergilerle sağlanacağı için, yeni vergi artışları üretimi olumsuz etkileyecek ve faiz oranlarının yükselmesine yol açacaktır. İkincisi ise ücret artışına bağlı talep artışıdır. Talep artışının enflasyonun yükselmesine ani etkisi vardır. Gerek kamuda gerekse genelde ücretlerdeki artışın enflasyonist etkileri tartışmasızdır.
Ücret artışlarının kısa vadeli enflasyonist etkilerini uzun dönemde telafi edebilir miyiz?
Ücret artışına bağlı olarak ortaya çıkan talep artışı, orta-uzun dönemde ekonominin canlanması, büyümenin artması, özel kesimin cirolarında artışlar yaratarak, kısa dönemdeki kayıplarını telafi edecek gelişmelere yol açabilecektir. Harcamalardaki artış, dolaylı vergilerin, gelirlerdeki artış da dolaysız vergilerin tahsilâtını artıracağı için devletin vergi gelirlerinde artış ortaya çıkacaktır.
Katma değeri yüksek bir takım ürünlerin üretimini sağlayacak yatırımlar teşvik edilerek ve bu alanda ihracatı artırarak, orta ve uzun dönemde fiyat istikrarı ve arz-talep dengesi sağlanabilir. Gelir yetersizliği nedeniyle tasarruf yeteneği düşen halkın, harcamalarını borçlanma ile finanse etmesi kaçınılmazdır. Harcanabilir gelirinin sadece % 11’ini tasarruf edebilen hanehalkları, eline geçen gelirin neredeyse % 90’ı tutarını harcamaktadır. Türkiye’de halkın tasarruf araçlarının başında da döviz ve altın gelmektedir. Finansmana erişimin artmasının tasarruf oranlarında azalmaya yol açtığını görmekteyiz. Borçlanma maliyetlerinde oluşacak bir azalma harcamalar üzerinde artış etkisi yaratmaktadır. Sonuç olarak, düşen kredi faiz oranları ve kredi akışının hızlanmasıyla beraber artan tüketim eğiliminin tasarrufların düşmesindeki en önemli faktör olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de büyüme dönemlerinde gelir artarken tasarruf oranının düşmesini açıklayan bir etken de, vatandaşların dayanıklı tüketim mallarına olan talebini, gelirleri artarken artırmasıdır. Türkiye’de dayanıklı tüketim mallarının alımı bir tasarruf türü olarak görülmektedir.
İmalat sanayinin ithal bağımlılık oranının yükselmesi, üretim için yapılan ithalatın faturasının üretimin değerinden daha fazla artmasına neden olmaktadır. Bu da, üretim maliyetleri artışının, döviz kurlarındaki artış karşısındaki hassasiyetini açıklamaktadır. Kur artışlarının maliyet artırıcı etkisi, Türk lirasının değer kaybındaki artıştan daha yüksek olmaktadır.
Sonuç olarak, üretim sürecinde ara ve yatırım malı ithalatının azaltılarak sanayideki üretim katma değerinin artışını sağlayacak politikalara ihtiyacımız vardır. Türkiye ekonomisinin, maliyet artışı, enflasyon ve kur dalgalanmalarının yarattığı olumsuzluklardan kurtulabilmek için, yüksek katma değerli, faktör verimliliği yüksek ve ağırlıklı olarak ihracatçı bir üretim ve istihdam ekonomisine geçmesi bir zorunluluktur.