Bilirsiniz, Necip Fazıl kendisinden başka insanları çok zor takdir edebilen bir mizaca sahipti. Güçlü bir kalem olmasının yanı sıra, muazzam derecede bir hatipti de aynı zamanda. Bu sebeple kıvrak zekasına ve derin irfanına güvenerek mütemadiyen konuşmayı tercih ederdi. Mütemadiyen konuşmayı seven Necip Fazıl'ın mütemadiyen dinlediği nadir kişilerden biri ise 'fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğim' dediği büyük dostu Fethi Gemuhluoğlu'ndan başkası değildi. Ülkesinin asli kültürüne, şiire, edebiyata, san'ata, vatana, yarınlara ve dahi insana dair güzel şeyler terennüm edebilen İsmet özel'e göre Fethi Gemuhluhoğlu; 'kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilen bir samimiyet abidesiydi'.

O, yaşam serüveninde öylesine iyiliksever ve öylesine yardımseverdi ki sağ eliyle yaptıklarından sol elinin haberi olmazdı. Anlayacağınız hisliydi, bir o kadar da gizliydi, Fethi Gemuhluoğlu. Türk edebiyatının mümtaz şahsiyetlerinden Harput'lu Ahmet Kabak'lı bakınız O'nun ardından ne diyor: 'Fethi Gemuhluoğlu, görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı idi'. Tek başına dünyaya meydan okuyan ve bu hususta hiç şakası da olmayan bu güzel insan için Hilmi Yavuz muhteşem bir tespitte bulunuyor. 'Fethi ağabey çok güzel konuşurdu. O konuşurken adeta sözleriyle sema yapardı.'

Yeryüzünün can sıkıcı hareketsizliğine ilaç olacak bir bomba gibiydi, Fethi Gemuhluoğlu. Eylemi elinden hiç alınmamış, eyyamı ise olmayan birisiydi. Usta gazetecilerden Ergun Göze'nin dediği gibi; 'O, tepeden tırnağa bir insan mühendisi idi'. Kendisi koca Yunus'tan hayli zaman sonra yaşamasına rağmen koca Yunus'un kocaman bir arkadaşıydı adeta. Bu yüksek payeye erişmesinde en önemli pay ise hiç şüphesiz koca Yunus'un zihni derinliğine tecessüs haliyle yaklaşmakta ki ısrarı olsa gerek. Evet, Yunus değildi belki O; lakin gel gör ki Yunus kadar erdemli, Yunus kadar çalışkan, Yunus kadar insan, Yunus kadar insana müptela, insana aşina idi. O bakımdan her cenahtan, her fıtrattan, her fırkadan insanlar kendisi çok sevdi ve benimsedi.

Yüzü Batı'ya dönüktü, Fethi Gemuhluoğlu'nun. Batı'yı bilir, Batı'yı birçoklarından fazla tanırdı. Yakından bildiği ve tanıdığı içinde Batı'ya güvenmezdi. Fakat geniş çerçeveli gözlüklerinin arkasından göz yuvalarını daha da büyüterek ve elleriyle toprak altını eşeleyerek maden arayan bir işçi gibi yararlı ne cevher varsa onuda almayı ihmal ezmezdi. Yani bir bakıma değil, tam tamına bir fikir işçisiydi. Yüzüyle birlikte kalbinin de dönük olduğu yegane yer ise, bittabi güneşin çocuklarının bir filiz misali yeşererek boy verdiği şark idi; yani Doğu'nun Doğusu, yani güneşin memleketi, yani bereketin fışkırdığı kadim topraklar, yani bahtiyarlığın hayat bularak hüküm süreceği leziz ve aziz diyarlar. O yüzden güneşi karşısına alır ve güneşten ışık yontardı, Fethi Gemuhluoğlu. Gittiğinde ise ortalık karardı. Kararmakla kalmadı yalnızca; gittiğinde ortalık yalnızlaştı, ortalıkta her kim varsa yalnızlaştı.

Fethi Gemuhluoğlu baştan aşağı vefa demekti. Fakire fukaraya ulaşmak, öksüze yetime el uzatmak, okumak isteyen öğrenciye burs hazırlamak, irfana kucak açmış taze beyinlere güçlü kollarıyla sarılmak demekti. Mütemadiyen düşünür, düşündüğünü hayata geçirirdi. İstikrar ve içtihat sahibi bir münevverdi anlayacağınız. Çok fazla yazmazdı; ama konuştuğunda kendisi adeta infilak eder, O'nu dinleyenler ise inşirah olur, tabir-i caizse aşka gelirlerdi. O aşk sayesinde değilmiydi ki 1950'de Mareşal Fevzi Çakmak vefat ettiğinde Radyo'da 'neşeli türküler nasıl çalınır' diyerek yüksek bir şecaat ile henüz yirmi sekizinde iken gençliğin önüne düşüp ateşli konuşmalar yaparak Harbiye Komutanlığı'na gidilmiş ve bayrak yarıya indirilmişti. Bununla da yetinilmeyip, cenazenin kaldırılacağı Beyazıt Camii'nde Fevzi çakmak Paşa'nın naaşı resmi makamlara teslim edilmeyerek Eyüp Sultan'a kadar yürütülmüş ve dualarla, tekbirlerle toprağa defnedilmişti.

Sanal sızlanmalarımızın arttığının farkındayım dostlar! Emperyalizmin kalbine doğrudan ve etkili olacak şekilde Müslüman-Türk hançerini vurmanın kararlılığındayız. Biraz gürültü çıkaracağız, biraz modern dünyaya posta koyacağız belki; ama bunu yapacağız, yapmalıyız, yani mutlaka yapmalıyız. Bazı zamanlar efkarlı türküler söyleyeceğiz, bazı zamanlar heybetli marşlar okuyacağız, bazı zamanlar ise yasaklatılmak istenilen and'ları daha gür olacak şekilde haykıracağız! Nereye mi? Tabi ki gökyüzüne dostum, tabi ki! Nasıl ki iyilik yaptığında karşındaki anlamadığı zaman denize atıyor ve balık ta anlamazsa elbet Halık bilir ve anlar diyorsan; yine aynı şekilde ne söyleyeceksen, ne okuyacaksan, ne haykıracaksan gökyüzüne karşı yapacaksın bu eylemini hiç değilse. Tasalanma, yüce yaradan her şeyden olduğu gibi o ses dalgalarından da muhakkak ki haberdardır! İnan ve güven, hepsi bu!..

Son bir hatırat ile Fethi Gemuhluoğlu'nun kim olduğuna kanaat getirelim ve yad edelim. Hani vaktiyle bir Atsız vardı; bilirsiniz, tanırsınız O'nu. Yılmaz bir fikir adamı, nitelikli bir Türk, ama daha çok karakter abidesi bir adam, evet adam gibi adam.. Hüseyin Nihal Atsız'ın ruhu rahmana kavuşur ve naaşı musallaya konulur. İmam efendi vazife gereği cemaate sorar; 'er kişi niyetine'. Arka sıralardan tok bir ses gelir ve şöyle seslenir: "O musalla taşı musalla taşı olalı böyle er kişi görmemiştir!" İşte o sesin sahibi Fethi Gemuhluoğlu'ndan başkası değildir.

İrticalen konuşmanın derin hazzını ne derece yaşadın bilemiyorum; ama birbirinden ayrı ve farklı dünya görüşlerine sahip çetelesini tutmakta zorlanacağımız insanlara ne denli fazla yaşattığına yakinen şahit olduk, olmaktayız da üstadım. Zulümle abad olacaklarını sananlara elbette sözümüz yoktur; ama sen ve senin gibilere vardır. Yattığınız yer nurla dolsun. Rahmet yağmur olsun ve üzerinize yağsın!..

Ezcümle, Fethi Gemuhluoğlu'nu kalplerin ve dostlukların kurumaması için unutmamak lazım diye düşünüyorum. Hem de hararetle düşünüyorum...