YENİ SİYASET BELGESİ İZMİR DURUŞU Cumhuriyetin 100. Yılındayız. Cumhuriyet tarihimizin en kritik seçimlerinden birini 14 Mayıs 2023’te gerçekleştirdik. Bizi kutuplaştıran ve ikiye bölen siyaset diline rağmen toplumumuz sağduyusunu korumayı başardı. Ülkemizde her yüz kişiden 87’si sandığa giderek demokrasimizin bu önemli kilometre taşını tarihe not düştü. Tercihimiz her ne olursa olsun hepimiz tek bir doğruda buluştuk: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Bu seçimde demokrasiye olan tam inancımızı ortaya koyduk ve sonuçları da olgunlukla karşıladık. Toplumun sağduyusu ve olgunluğu, Türkiye’de demokrasinin sağlığı ve geleceği konusunda iyimser olmamıza ne yazık ki yeterli değil. Türkiye hakkında düşünen, yazan ve konuşan pek çok kişi gibi, ülkemizde siyasetin toplumun çok gerisinde kaldığı gerçeğini gözlemliyor ve endişe ediyoruz. Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin durumu ve geleceğinden çok partimizin tartışmaya konu edilmesini üzüntüyle karşılıyoruz. Bu tartışmaya önce İzmir’den bakmaya gayret edeceğiz. İzmir, CHP’nin açık ara en yüksek oy aldığı Büyükşehir’dir. Onlarca yıldır üreterek değil de rant elde ederek zenginleşmekten fazlasına aklı ermeyen iktidarlar tarafından ihmal edilmiş, nispi olarak yoksullaştırılmış olan İzmir, bütün bu süreç boyunca, kararlılıkla CHP’ye destek vermeyi sürdürmüştür. İzmir daima hayattan yanadır. Daima özgürlüklerin tarafında olmuştur. Eşit ve eşitlikçi ruhuyla, kendisiyle ve kendisi gibi olmayanlarla barışık kültürüyle İzmir, otoriter ve popülist siyasal iklimin ülkemizdeki biricik panzehridir. Partimiz CHP, evrensel değerlerin ülkemiz siyasetindeki en güçlü savunucusudur. İşte bu nedenle CHP ve İzmir arasındaki güçlü ilişki bir tesadüf değildir. Her ikisinin de özünde Anadolu’dan dünyaya uzanan bir uygarlık köprüsü inşa etme gayreti yer almaktadır. Yazık ki değerli partimiz CHP’nin birçok kişi tarafından, kendi kariyeri veya popülaritesi için harcanabilir basit bir kurum olarak görüldüğünü gözlemliyoruz. Ülkemizin bu zor şartları altında, kamu vicdanını ihlal ederek yürütülen tartışmaların dışında kalmak İzmirli olma sağduyumuzun bir sonucudur. Bu duruş; güçsüzlük ya da zafiyetten değil, zerafettendir. Her şeyden önce belirtmek gerekiyor ki, seçim gününde demokratik bir çerçevenin çizilmiş olması seçimin adil olduğu anlamına gelmiyor. 14 Mayıs’ta gerçekleşen seçim adil bir seçim değildi. Millet İttifakı ve CHP’nin karşısında bir siyasi parti ya da bir ittifak değil, bir parti-devlet vardı. Bu tespit seçimin kaybedilmiş olmasının bir mazereti değil, bir gerçekliğin tarifi ve bu oluşumun devletle bütünleşmesi sürecinde gerekli reaksiyonların gerçekleştirilememiş olduğunun da kabulüdür. 2013’te Gezi protestoları bahane edilerek başlayan süreç, özgürlüklerin kısıtlandığı, anayasal hakların yok sayıldığı keyfi bir düzene dönüştü. 2018’den itibaren uygulamaya konan ekonomi politikası ise, bir devletin devlet olmasının en önemli unsurlarından biri olan parasının hızla değersizleşmesine, toplumun hızla yoksullaşmasına neden oldu. Tüm karar mekanizmalarının tek kişinin yetkisine devredildiği bu süreç devletin giderek acizleştiği bir dönemi başlattı. Pandemide maske dağıtılamayan, acziyet belli olmasın diye gerçek verilerin toplumdan gizlendiği bu sistem maalesef, ülkenin yaşadığı en büyük felaket olan 6 Şubat depreminde bir defa daha kendisini gösterdi. Depreme müdahale edilemeyen ilk 48 saatte, hayata döndürülebilecek sayısız canımızı yitirdik. Türkiye, uzun süredir, tarihinde benzeri görülmemiş kadar gerçeklerle irtibatı kopuk bir ufka sürükleniyor. Kendi bekasından başka herhangi bir önceliği olmayan sistem, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni dış etkilere açık bir duruma düşürdü. Ülkemizin bağımsızlığı ve geleceği, hiçbir tarihte bu kadar muazzam bir risk altında kalmadı. Seçimlere bu şartlar altında gidildi. Normal olarak ana muhalefet partisinin tek başına bile iktidara meydan okuması ve iktidara talip olması için elverişli bir ortam vardı. Fakat bu olağanüstü koşullar altında, yirmi yılı aşkın bir süre boyunca derinleşmiş bir parti-devlete karşı tek başına mücadele etmektense bütün muhalefeti örgütlemek daha doğru bir tercih olacaktı. Toplum da bu tercihi coşkuyla onayladı. Ne yazık ki, ittifakın selameti gerekçesiyle, sol-sosyal demokrat söylemlerden uzaklaşılmış olması; CHP’nin gerçekten ne söylediğinin de anlaşılmamasına ya da söylediklerinin kaybolup gitmesine yol açtı. Bu durum, CHP’nin sağcılaşmasına alkış tutanları cesaretlendirdi. Meydanlarda, TV kanallarında, sosyal medyada, sağ müttefiklerimizden dahi büyük bir coşkuyla sağcı söylemlerini dile getirenlere tanıklık ettik. Oysaki bizim bu ülke için, bu dünya için söyleyecek çok sözümüz var. Bu sözler, her bir vatandaşımızın vicdanından süzülen doğrularımızdır. Bu sözler, sosyal demokrasinin evrensel değerlerinde kaynağını bulur. Sözlerimiz, bizi ayıran özelliklerimizden çok daha güçlü olan ortak değerlerimize dayanır. İşte bu yüzden şimdi susmanın değil, konuşmanın tam zamanı. DEMOKRASİ Şimdi CHP’nin sosyal demokrat değerlerine sahip çıkmanın ve bu güzel ülkenin geleceği için doğru bildiklerimizi özgürce söylemenin vaktidir. Şimdi, daha güzel bir ülke kurmanın vaktidir. Biliyoruz ki bütün rızalar, imkânsızlıklar, kabullenişler, otoriter ve popülist siyasi iklimin ürünüdür. Bu zehirli siyasi iklimin baskısı altında kalmayan her bir insanımızın özgürlüğü, eşitliği ve barışı tercih edeceğinden hiç şüphemiz yok. Türkiye’nin asıl meseleleri eşitsizlik yerine kapsayıcılığı, ekonomiyle birlikte ekolojiyi ve otokrasi yerine demokrasiyi büyütmektir. Demokrasi, evvel emirde ülkenin her bir değerini bir zenginlik addeden bir anlayışla, tüm alt kimliklerin rezervsizce doyasıya yaşandığı bir huzur ortamında, bireyin yaşam kalitesini yeşertecek bir hak düzenini kurma çabasıdır. Bu hak düzeni; hiçbir bireyin hiçbir gerekçeyle bir diğerinden ayrılmadığı, aynı kurallar ve fırsatların herkes için var olduğu bir düzendir. Demokrasi; Temel hak ve özgürlüklerin vazgeçilmezliğinde; birey, toplum ve doğa için hukukun üstünlüğünü esas alan bir değerler manzumesidir. Demokrasi, 4-5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret değildir. Demokrasi, sonuçları itibarıyla, eğitimde fırsat eşitliğinden, gelir dağılımındaki adalete, şeffaflık ve hesap verilebilirlikten, katılımcılığa ve özgürlüklerden, denetim ve kontrol mekanizmalarının işlerliğine kadar uzanan insanlığın en büyük inovasyonlarından biridir. Yoksulluğun ortadan kalkması da, emeğin hakkını alması da, işsizliğin sona ermesi de ancak demokrasinin gerçek anlamda işlemesiyle mümkündür. Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasi bu ülke insanlarının temel hakkıdır. Geleceğin Türkiyesi’nde Cumhuriyetimiz halkın kayıtsız ve şartsız egemen olduğu yeni bir demokrasi anlayışıyla taçlanmalıdır. GELECEĞİN TÜRKİYESİ Gelecek, kaçırılan değil, kullanılan fırsatlarla şekillenebilir. Ülkenin yenilenme sürecini başlatmak için de önümüzde sayısız fırsat bulunmaktadır. Yeniliğe hazır olmak ve dayanışma, bu sürecin iki ana taşıyıcısı olacaktır. Türkiye, tıpkı yüz yıl önce Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde olduğu gibi bugün de bu büyük dönüşümü inşa etmeye muktedirdir. Mart 2023’te İzmir’de gerçekleştirdiğimiz İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde ülkenin temel meseleleri ve yenilenmesiyle ilgili kararlar almıştık. Bunların bazılarını burada hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz: Hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin egemenliğinde olması için demokrasinin evrensel ilkelerine, hukukun üstünlüğüne dayalı ve doğa haklarını kapsayan yeni bir sivil anayasa hazırlanmalıdır. Türkiye geleceğini sivil bir ruh, ortak akıl, vicdan ve doğayla uyum içinde inşa edebilir. Geleceğin Türkiyesi’nin birinci önceliği dünyanın değişen koşullarında iktisadi dayanıklılığı sağlamak olmalıdır. Bunun temel yolu da demokrasinin evrensel kurallarına sahip çıkmaktır. İfade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri, kültürel ve manevi varlığın korunması, adalete erişim hakkı, bağımsız yargı, en temel sosyal ve siyasi haklar olarak kabul edilmelidir. Yaşamın her alanında kamu, sivil toplum ve özel sektör birlikteliğine dayalı politikalar oluşturulmalıdır. Avrupa Birliği tam üyeliği müzakere sürecine kararlılıkla devam edilmelidir. Kadınların siyasete ve istihdama katılımı, yönetim kademelerinde görev almaları için önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe konmalıdır. Temsilde adaleti esas alan bir seçim sistemi oluşturulmalıdır. Siyasi Partiler Kanunu katılımcı bir anlayışla yeniden düzenlenmeli, Siyasi Etik Yasası çıkarılmalıdır. İktisadi gelişme hiçbir toplumsal kesimi dışarıda bırakmayacak, ekoloji ve ekonomi arasında ayrılığı ortadan kaldıracak şekilde yönetilmelidir. Tüm politikalar, ülkenin yetişmiş beşeri sermayesine söz ve katılım hakkı tanınarak hazırlanmalıdır. Her konuda liyakate dayalı, şeffaf ve hesap verebilir kadrolar için en uygun koşullar oluşturulmalıdır. Bunun için öncelikle, laik, demokratik ve eleştirel düşünmeyi esas alan bireysel yetenek ve becerileri ortaya çıkartan bir eğitim stratejisi belirlenmelidir. Bu nedenle, ülkenin beşerî sermayesini ve entelektüel kapasitesini geliştirici bir eğitim politikası hazırlanmalıdır. Veri yönetimi, dijitalleşme ve stratejik planlama ülkenin temel önceliklerinden biri olmalıdır. Ülkenin her karış toprağı için amacına uygun ve fiziki planlamaya dayalı kullanım stratejileri hazırlanmalıdır. Kritik alanlar korunmalıdır. Mekânsal planlama ülkenin farklı ihtiyaçlarını gideren katmanlar arasında çatışma değil eşgüdüm üzerine kurulmalıdır. Bu doğrultuda, havza ölçeğinde bölgesel gelişme planları hazırlanarak bu bölgeler birbirlerini ve dünya tedarik zincirlerini verimli bir şekilde besleyebilecek şekilde tasarlanmalıdır. Geleceğin Türkiyesi’nde bölgeler arası eşitsizliğin ortadan kaldırılması için bütüncül bölge planları doğrultusunda önlemler alınmalı, bu amaca yönelik teşvik mekanizmaları uygulamaya konarak teşviklerin etki analizi yapılmalıdır. Türkiye’nin güvenli bir üretim üssü ve uluslararası ticarette bir odak noktası olması için gerekli politika ve stratejiler uygulanmalıdır. Geleceğin dünyası kentlerin dünyasıdır. İnsan yaşamının yerküredeki devamlılığı için şehirlerde atılacak adımlar hayati önem taşımaktadır ve yeni bir iktisadî anlayışın hayata geçirileceği başlıca mekânlar kentlerdir. Afetlere dirençli, güvenli, döngüsel, doğayla uyumlu ve kriz yönetiminin başarıyla yürütüldüğü şehirler iktisadi gelişmenin temel yapı taşları olacaktır. Yerel yönetimlerin bütçe ve yetkileri artırılmalı, merkezle ilişkileri yeniden tanımlanmalı, salt temsili demokrasi yerine, hayatın her alanını kapsayan yerel yönetimler demokrasisi Belediyeler eliyle güçlendirilmelidir. Halkın yerelde kendi yaşamıyla ilgili kararlar alması sağlanmalıdır. Kapsayıcı bir konut politikası olmadan iktisadi kalkınma sağlanamaz. Türkiye’de yaşayan herkesin nitelikli, dirençli konutlarda ve şehirlerde barınma hakkı vardır. Kentsel dönüşüm projelerinde soylulaştırma, mülksüzleştirme politikalarına son verilmeli ve adil sosyal konut politikaları geliştirilmelidir. Tarım yeni yüzyılın stratejik sektörlerinden biridir. Tarımda kendine yeterlilik ve gıda güvenliği kamunun güvencesi altına alınmalıdır. Küçük aile işletmeleri ve kooperatiflerin gelişmesi desteklenmeli, tarıma dayalı sanayide etkin bir paydaş olmaları sağlanmalıdır. CHP’DE DEĞİŞİM VE YENİLİK Bir Japon Atasözünde söylendiği gibi; “Zafer değil yenilgi öğretir”. CHP’nin eksikleri ve kusurları olduğundan, bir değişime ihtiyaç duyulduğundan şüphemiz yok. Dünyanın ve ülkenin yaşadığı değişime ayak uydurabilecek dinamizmi ve esnekliği partiye kazandıracak yeni bir örgütlenme anlayışına ihtiyacımız var. Elbette, CHP’de gereken köklü değişim hakkındaki düşünce ve görüşlerimizi partinin yetkili kurullarında müzakere edeceğiz ancak şimdilik şu kadarını belirtelim ki, öncelikle yeni bir üye yapılanmasına ihtiyaç var. 1.350.000 civarında olan üye sayısını en kısa sürede 2-3 katına çıkarmak zorundayız. İzmir’in 170.000 civarında olan üye sayısını en kısa sürede 2 katına çıkartmayı şimdiden taahhüt ediyoruz. Aidiyet duymayan, bunun için elini taşın altına sokmayan seçmen tabanının zorluklar karşısında direnmesini ve harekete geçmesini bekleyemeyiz. Ancak her yeni üye, sokakta, mahallede şehirde daha fazla temsil, daha fazla güç daha fazla oy ve daha büyük başarılar demektir. Elbette parti üyeliği, kişisel ihtiras ya da ikbal beklentileriyle ortaya çıkan sığ bir rekabete hapsedilemez. Partimize üye olmak, ortak aklın bir parçası olmayı ve memleketimizin ortak kaderini iyileştirmek için fedakârlık yapmayı gerektirir. CHP üyeliği gönüllü bir mücadelenin parçası olmaktır. CHP bu ülkede değişimin, devrimin fitilini ateşlemiş bir partidir. Onun altı okundan biri Devrimciliktir ve ateşi hiç sönmez. Bu çerçevede beklenir ki, geniş kapsamlı bir “Özeleştiri Buluşması” yapılsın. Eksikler, yanlışlar ve yapılması gerekenler tespit edilerek bir takvime işlensin. CHP pek çok konuda eleştirilse dahi bu ülkeyi Cumhuriyet ideallerini koruyarak geliştirecek en temel kurumdur. Bu nedenle CHP, Cumhuriyetin ikinci yüzyıla yakışan demokratik bir parti tüzüğü yenilenmesini derhal yapmalıdır. Her kademede yerel yönetim yönetici adayları için bir havuz oluşturularak en az beş yıl öncesinden bu görevlere, her seviyede eğitilerek hazırlanmalıdır. Ön seçimler de aday yoklaması da doğrudan parti üyeleriyle yapılmalıdır. Her partili halkla “sahici” ilişkiler kurmalıdır. Bölge, ülke ve dünyadaki gelişmelerle ilgili olarak parti üyeleri için düzenli ve sürekli bir bilgilendirme düzeni oluşturulmalıdır. Parti dışı nitelikli insan gücünden partinin istifade kanalları açık tutulmalıdır. Siyaset siyasi elitlerin sahnelediği, toplumun da seyredip alkışladığı veya protesto ettiği bir gösteri değildir, olmamalıdır. Büyük umutlarla sandığa koşan milyonların karar alma mekanizmalarına katılımının önü açılmalıdır. Eğer bir parti-devlete karşı mücadele ediyorsanız veya bir parti sandıktan aldığı gücü istismar edip devleti ele geçiriyorsa, toplumun sahici özne olması ihtiyacı her zamankinden de yüksektir. Siyaset toplumu iyileştirme sanatıysa o sanat ancak toplumla birlikte yapıldığında eşsiz bir değere kavuşur ve hedeflerine ulaşır. CHP, toplumun tüm kesimlerine ve 81 ilin tamamına eşit yakınlıkta durmalıdır. CHP aydınlık Türkiye’nin güvencesidir. İzmir’in CHP’si tam da bunu yapar. Kimsenin şüphesi olmasın. Gün gelir, bu ülke, bu toprakların beslediği zihinler, doğru yerde duran siyasi anlayışın hakkını teslim eder. Biz, o güne en kısa sürede ulaşmak için ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız. Çok iyi biliyoruz ki hepimiz daha iyisini hak ediyoruz. Hiç şüphesiz bu yolu yalnız yürümeyeceğiz. Bu ülkenin her bir insanına, her bir gencine inancımız tam. Yolumuz engebeli, yolumuz uzun ama hedefimiz güzel, o hedefe giden yolculuk güzel… Hep birlikte ileriye, iyiye, doğruya, güzele yürümeye devam edeceğiz ve mutlaka başaracağız.