İşte Çevik Kuvvet polisinin o açıklamaları;
Bugün 12. gününe giren Gezi Parkı direnişi sürecinde Başbakan’ın ‘çapulcular’ diye tabir ettiği direnişçiler de konuştu, siyasi otorite de… Konuyu bir de direnişçilerle bizzat karşı karşıya gelen, gaz tabancasının tetiğine basan çevik kuvvete soralım dedik. Barikatın öbür tarafında neler oluyor?
5 yıllık polis M.A’yı (26) bulmak zor, konuşturmak kolay oldu. “Sonuçta devlet memuruyuz, basına demeç veremiyoruz. Kurumumuz telefonlarımızı dinlemeye kadar işi ilerletti. Ancak aşırı derecede mobbing altındayız. Polisin hakkını savunacak bir yapılanma olmadığı için kendimizi riske atarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” diyerek sürece dair düşündüklerini anlattı. Polis tam gaz attığı esnada ne düşünür, ne hisseder diye soruyorsunuz. Çok basit: “Artık bitse de eve gidip biraz uyusak” diye düşünüyor, “Eşimizi görsek, çocuğumuzla beraber olsak” diyor. “Bu olayların sorumlusu ben değilim, ama günah keçisi hep ben oluyorum, eziyeti, sıkıntıyı çeken, gerçek hak kaybına uğrayan hep ben” diyor.
'O TEKMEYİ ATAN BEN OLAMAM'
100 saate yakındır çalışıyorsunuz, kaldırım taşları üzerinde birkaç saatlik uykuyla ayaktasınız, kumanya gelmiyor, lavabo ihtiyacınızı karşılamakta zorluk çekiyorsunuz ve günlerdir duş alamadığınızdan artık kokuyorsunuz.
Bu halde olan bir insana adını sorsanız söyleyemez. Kaldı ki siz bu canavarlaştırdığınız insandan insan haklarına uygun hizmet bekliyorsunuz. Polis artık düşünme kabiliyetini yitirmiş halde. Son bir haftada 5 arkadaşımızın intihar ettiğini biliyor muydunuz?
Bir arkadaşım televizyon izlerken kendini görmüş, yerde yatan bir kadını tekmeliyormuş. “Aman Allah’ım” diyor, “Bu ben olamam, ben bu kadını tekmelediğimi hatırlamıyorum, bir insan bunu nasıl yapabilir?” İşte polisin ne hallere geldiğinin göstergesi…
'ÇADIRLARIN YAKILMASI OLAYI BÜYÜTTÜ'
Gezi Parkı eylemlerinde işi çığırından çıkaran, çadırların yakılması oldu. Polis veya değil, sivil giyimli, gaz maskeli şahısların suç teşkil eden emri uygulamaları olayları patlattı. Burada emri verenler ilk derece sorumlu. Zaten polis suç teşkil eden emri sorgulayamıyor ki robota dönmüş,
“Benim tek seferde 8 saat, haftada 40 saatten fazla çalışmamam lazım” diyemiyor. “Ben gaz atmam” diyebilecek cesarete sahip bir polis memuru tanımıyorum, hayal bile edemiyorum. İtiraz durumunda polis sürgün yer, soruşturma geçirir, ceza alır, mobbing uygulanır, çok geçmeden intihar dahi edebilir.
16 sene okumuşsunuz, fakülte bitirip polis olmuşsunuz, sonra “Simit sat, onurlu yaşa!” Sistem yanlış, polis simit satsa ne olacak? Önemli olan polisin nasıl idare edileceğidir, polise suç telkin eden emir verildiğinde dik durabilecek, emri yerine getirmediğinde hakkını savunabilecek bir mekanizmanın oluşturulması lazım.
'POLİSİN HAKKINI SAVUNMA MEKANİZMASI YOK'
Polisin topyekûn muhafazakâr olduğunu söylemek zor. Zaten biz, hak arayan polisler, her zaman “Bizler hem sağcı hem solcu hem de cemaatçi polisleriz” sloganıyla yola çıktık. Polislik mesleğine giren genç jenerasyonda muhafazakâr polislerin sayısı çoğunlukta. Ancak daha eski meslektaşlarımızda milliyetçi ve ülkücü polislerimiz ağırlıkta.
Bunun yanında üniversite mezunu polis yani POMEM alımlarıyla solcu polis sayısı da eskiye nazaran artış gösterdi. Ancak sağcı, solcu, cemaatçi polis olmanın bir farkı bulunmuyor, yarın sol görüşlü bir hükümet gelip sağ görüşlü insanlarla polisi karşı karşıya getirse, yine aynı şeyler yaşanır. Çünkü ısrarla söylediğimiz gibi polis sorgulayamıyor, hakkını savunan bir mekanizma yok.
Linç edilen polis memuru arkadaşlarımız, yaralanan, olay sebebiyle kalp krizi geçiren ve hayatını kaybeden arkadaşlarımız var, dolayısıyla polis bunların sorumlusu olarak eylemcileri görüyor ve bir nefret oluşabiliyor eylemcilere karşı.
'YA İTAAT ET YA TERK ET MANTIĞI VAR'
(“Polise emri veren siyasi otorite. Asıl ona öfke duymanız gerekmiyor mu?” sorusuna cevaben) Emin olun bize o suç teşkil eden emri veren idarecilerimize, amirlerimize fazlasıyla öfke duyuyoruz. Siyasilere fazlasıyla alet oluyor amirlerimiz. Ama elden ne gelir? Ya itaat et ya terk et mantığı var. Ve hiç bilmediğiniz bir şey söyleyeyim: Polisin açık öğretim sınavına girmesi geçen hafta yasaklandı. Eğitim anayasal haktır ama polis teşkilatında müdürler kendini anayasadan üstün görebiliyor. Sonuçta hiçbir polis sınava giremedi ve hepsi sınıfta kaldı.
'ORANTISIZ MÜDAHALE YOK'
Gaz bir orantısızlık değildir, TOMA’dan sıkılan su orantısızlık değildir. Çünkü polisin başka alternatifi yok, nasıl dağıtacak taşkınlık yapan grupları? Bir düşünsenize üzerinize yağmur gibi taş yağıyor, havaifişekler atılıyor, buna karşılık polisin gaz ve sudan başka silahı yok. (Başbakan’ın bile orantısız gücü kabul ettiğini hatırlatıyoruz)
Hükümet diğer hükümetlerin yaptığı gibi her zaman olduğu gibi suçu polise atıyor. Önce emir veriyor, sonra ‘Vur dedik öldürdün!’ moduna giriyor. Bu, tüm hükümetlerin siyasi taktiğidir.
'BU DEMOKRATİK BİR EYLEM DEĞİL'
Son haftada yaşananları, demokratik bir eylem olarak görmüyoruz. Demokratik bir eylemde yürüyüş yapılır, slogan atılır, ancak polise taş atılmaz, cam çerçeve indirilmez, işyerlerine saldırıp araçlar yakılmaz.
Tek başına duran eylemciye tazyikli su sıkıp yaralanmasına neden olan veya yere düşmüş ve zaten etkisiz hale gelmiş eylemciyi yerdeyken hâlâ coplayan polis arkadaşlarımızı üzülerek izledik. Vatandaşa kötü davranan polisler tabii ki var, ancak bunları genellememek lazım. Zaten bizler kötü muamelede bulunan arkadaşlarımızı kesinlikle uyarıyor ve kendilerine bu bağlamda cephe alıyoruz. Tüm bu yaşananlara tabii ki üzülüyoruz, sonuçta yüzlerce meslektaşımız; aralarında polis yakınlarının da olduğu yüzlerce eylemci yaralandı, maddi zarar inanılmaz boyutlarda.
Şimdi bu röportajı okuyan hiç kimse zaten eylemlerin ‘yeşili koruma’ adına olduğuna inanmıyordur. Maksatlarının hükümeti devirmeye çalışmak olduğunu düşünüyoruz. Bunun yolu bu değil, seçim.
Editör: TE Bilişim