Yeryüzünün hemen neredeyse yaşanmış tüm sarsıntılarına, acı tatlı hatıralarına, kahrolası yalnızlıklarına ve bitmek tükenmek bilmeyen yoksulluklarına dair en dokunaklı, en hisli şarkılar söylemek, şiirler yazmak istiyorum. Bu eylemi gerçekleştirirken hiç kimseyi ama hiç kimseyi ötelemeden, örselemeden, ötekileştirmeden, küstürmeden, incitmeden yapmak istiyorum. Yani birini diğerine kayırmadan, birini diğeri ile kıyaslamadan, birini diğerine tercih etmeden, acının her durumda yine 'acı', mezalimin her durumda yine 'mezalim' olduğu gerçeğini unutmadan, öylece ve hakkaniyetle yapmak istiyorum.

Suçları yalnızca Doğu Türkistan'da, Kerkük'te, Karabağ'da doğmuş olan soydaşlarım, dindaşlarım, hasbi kardeşlerim; sizleri unutuyorlar, görmezden geliyorlar, yok sayıyorlar diye sakın üzülmeyin; hiç kimseye küsmeyin, hiç kimseye gücenmeyin; -biliyorum yapmazsınız ama- hiç kimseye sırt çevirmeyin. Bununla beraber, içinde bulunduğunuz ıstırap dolu durumlarınızdan ötürü bunalmayın, sıkılmayın, bizim yörenin tabiri ile darlanmayın; -biliyorum çok zor olacak ama- Allah için sabredin. Allah sabredenlerle beraberdir, elbet şahit olacaksınız. Zira Allah var; ay'da, şakakta. Allah var; güneşte, iliklerde. Allah var; gökyüzünde, gökte süzülende. Allah var; hüzünde, kederde. Allah var; 'kahrın da hoş, lütfun da hoş' diyebilen her dilde, o dile bu hakikati zikrettiren her idrakte, o mutlâk idrak ile rabıta kurabilen her kalpte. Hasıl-ı kelam Allah var, her hücrede, arda kalan her nesnede; o bakımdan gam yok!..

Sizler, o büyük ve ihtişamlı medeniyetleri zamana ve mekâna armağan etmiş cevher-i aslisi güzel bir milletin has evlatlarısınız. Bu, ehemmiyeti hayli yüksek ayrıcalığınızı bir an olsun unutmayın!.. Karşı karşıya kaldığınız her olumsuzlukta güçlü göründünüz, daha da güçlü görünmeye mecbursunuz. Bugüne kadar korkunç derecede ne acılara katlandınız, bundan sonra da katlanmaya devam edeceksiniz. 'Peki dünya bizlere yönelik planlı ve organize olmuş şekilde yürütülen asimilasyon, daha da ilerisi soykırım hareketlerine karşı neden sağır, neden kör, neden dilsiz ve neden yetkisiz kalmaktadır' diye kendi kendinize sorabilirsiniz.. Sormayın lütfen; sormayın, çünkü beyhude bir çabadır. Dünya bu hususta çoktan sınıfta kalmıştır. Sadece bir örnek olması bakımından hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum. Birinci Dünya savaşında, Filistin Cephesi'nde İngilizlere esir düşen Osmanlı Askerleri, 'Seydibeşir Kampında' içinde bir takım kimyasal ilaçların bulunduğu sözde mikroplardan arınma kazanlarına zorla atılarak, kendilerine tam anlamıyla bir insanlık suçu işlenmiştir. Netice mi? Netice, 15 bin Osmanlı Askerimiz gözleri kör edilmek suretiyle vahşice katledilmiştir. Buradan hareketle mahkum edildiğiniz yalnızlıkların, tabi tutulduğunuz çilelerin sonunda muhakkak feraha kavuşacaksınız; zira öyle buyuruyor kudret ve kuvvet sahibi yüce yaradan.. Ezcümle, tıpkı dün ve bugün olduğu gibi yarın da sizlerin çekmekte olduğu o kocaman acılar yine görmezden gelinecektir. Fakat sizler bu ikiyüzlülüğe n'olursunuz aldırış etmeyin!.. Hem bu durum yeni de değil. Yüzünüzden rahatlıkla okunan acıların, inanıyoruz ki ahirette sizlere bambaşka etkisi olacak. İnanmak lazım vesselam..

Mısır'lı, Suriye'li, Filistin'li kardeşlerimiz, sizler de unutmayın ki bu yerkürede; yalnızca apoletlerinden güç alarak insanı insana kırdıran, oluk oluk kan akıtan, beşikteki bebeği öldüren, mezardaki kemiği sızlatan çağın firavunları yaşamamaktadır. Bu yerkürede aynı zaman da sevda yüklü kervanları ile evreni dolaşabilecek ve tüm mazlumları, mağdurları kucaklayabilecek; gerek cemâliyle gerek celâliyle ayân olup, hâlen Pir-i Türkistan Koca Yesevi'nin istikametinde ilerleyen gönül kirmanları vardır, yaşamaktadır. Ve o karakter abidesi kadim Türkler söz konusu insanlık olduğunda; öyle 'geçmişin hesabını gütmeden, fi tarihinde şöyle olmuştu, şunlar yaşanmıştı, tuzaklar kurulmuştu, sırtımızdan hançerlenmiştik' şeklindeki ifadeleri dillerine dolamadan, yapılan iyilikleri başa kakmadan, hoşgörü ve merhamet hususunda en ufak bocalama yaşamadan, kayıtsız şartsız büyük millet olmanın gereğini yaparlar. Zira o karakter abidesi Türklerin hafızaları zayıf olmadığı gibi yürekleri de taş değildir. Hatırlatmak babında bilmenizi isteriz!.. İş bu sebeple rahatlıkla diyebiliriz ki şecaat; son derece yorgun, şirazesini kaybetmiş ve en mühimi Hâk ile Batıl'ın birbirine karıştığı perişan dünyada tarifsiz bir özlemle anlamını bulduğu Türk'ü aramaktadır.

Karabağ'da, çiçeklerin bile solduğu güneş girmeyen ahırlarda yılardır yaşamaya mecbur bırakılan minik balaların yanaklarından; Kerkük'te, küresel simsarların uluslararası çıkarları ve beraberinde yaşanan türlü huzursuzluklar yüzünden eskisi gibi yeşil yaprakların arasında kırmızı güllerin gölgesine sığınamayan ve gönlünce eğlenemeyen anaların ellerinden; Doğu Türkistan'da, bugün için aldığımız haberlere göre Kaşgar vilayetinde Çin güvenlik güçleri tarafından üzerlerine kurşun yağdırılarak günahsız yere öldürülen 15 Müslüman soydaşımızın kefene sarılmış ak alınlarından öpüyorum..

Her hâl ve şartta; inatla ve israrla; gökyüzü çadırımız, güneş tuğumuzdur!...